Perşembe günüydü. Latif Karaali aradı. “Yurt dışına gidiyorum. Kitabımı hazırladım. Ham halini sana gönderiyorum, bir göz atarsan sevinirim” dedi. Yazılarını bildiğimden, kitabın da aynı lezzette okunacağından emindim. Elime ulaştığında aynı düşündüğüm gibi olduğunu gördüm. Sonra rastgele çevirirken sayfalarını, yaşanmış öykülerden biri dikkatimi çekti. Bana Kuvayi Milliye Destanı’ndan şoför Ahmet’le ilgili bölümü çağrıştırdı. “Karaali’nin bu haftaki yazısı da kolektif bir yazı olsun” dedim kendi kendime… onun hoşgörüsüne, affına sığınarak… Ufuk Saka
Latif Karaali’nin yayına hazır haldeki kitabında silecek motoru bozulan bir eski otobüste, muavinin sağanak yağmur altında camı silmek için bulduğu metot, Nazım Hikmet’in Kuvayi Milliye Destanı’nda Süleymaniyeli şoför Ahmet’i anlattığı bölümü hatırlattı bana. Şimdi şiirin bu bölümünü okuyalım önce:
Kuvayi Milliye Destanı’ndan…
ve onların arasında
Birinci Ordu İkinci Nakliye Taburu’ndan
İstanbullu şoför Ahmet
ve onun kamyoneti vardı.
bir acayip mahlûktu üç numrolu kamyonet :
ihtiyar,
cesur,
inatçı ve şirret.
kırılıp dağlarda kalan sol arka makası yerine
şasinin altına, dingilin üzerine
budaklı bir gürgen kütüğü sarmış olmasına rağmen
ve kalb ağrılarıyla
ve on kilometrede bir
karanlığa yaslanıp durduğu halde
ve vantilâtöründe dört kanattan ikisi noksan iken
şahsının vekarlı kudretini resmen biliyordu :
«6 ağustos emri»nde ondan ve arkadaşlarından
«… ihzar ve teşkil edilmiş bulunan
ve cem’an 300 ton kabiliyetinde kabul olunan
100 kadar serî otomobil…» diye bahsediliyordu.
ihzar ve teşkil olunanlar,
bu meyanda Ahmet’in kamyoneti,
insanların, âletlerin ve kağnıların yanından geçip
Afyon – Ahırdağları ve imtidadına doğru iniyorlardı.
***
üç numrolu kamyonet durdu.
karanlık.
kriko.
pompa.
eller.
iç lastik boydan boya patladı.
yedek? yok.
dağlarda avaz avaz imdat istemek? yok.
sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet,
sana tek başına verilmiştir üç numrolu kamyonet.
hem, hani bir koyun varmış,
kendi bacağından asılan bir koyun.
Süleymaniyeli şoför Ahmet
soyun…
soyundu.
ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak
ve kırmızı kuşak,
Ahmet’i postallarının üstünde çırılçıplak
bırakarak
dış lastiğin içine girdiler,
şişirdiler.
bu şarkı nihaventtir.
deniz kıyısında bir şehir…
beyaz başörtüsü…
saatta elli yapıyoruz…
dayan ömrümün törpüsü,
dayan da dağlar anadan doğma görsün şoför Ahmet’i,
dayan arslan…
hiçbir zaman
böyle merhametli bir ümitle sevmedi
hiçbir insan
hiçbir âleti…
Bu bölüm Latif Karaali’den…
Elleri hassastı
Özürlü kadrosundan
gözleri görmeyen bir işçi…
Otomarsan’da çalışıyor…
Ama…
Bu elektrik motorların…
İmalata verilmeden önce
Kalite kontrolünü yapardı.
Nasıl mı?
Masanın üstüne yirmi tane
Fan motoru dizilir…
Kablolarla aynı anda
Yirmi dört volt cereyan verilirdi motorlara
Kör işçi elliyle elektrik motorlarını tutar
Titreşimsiz olanları seçerdi
Titreşim yapanları elerdi…
Vuruntu yapanları ret ederdi…
Elleri hassastı
titreşimi çok iyi algılıyordu…
Doğan Sılay
“Evet ufak elektrik motorlarının en zoru silecek motoruydu.
motor yanarsa ciddi sıkıntı…
Hatırlarım
Silecek motoru yanmış…
Otobüs seyir halindeyken.
Muavin oturmuş iç çamaşır lastiğini
çıkarmış bir kola bağlamış
öbür pencereye de ip
Lastiği çekip bırakıyor…
Silgi çalışıyor…
Adapazarı’ndan İstanbul’a
bu şekilde gelen arabaya rastladık biz…
Erzurum’dan İstanbul’a yol alan otobüste
Silecek motorunun yanması kadar
kötü bir şey olabilir mi?
Düşünsenize”
İşte bizim topraklarımızın insanının yaratıcılığı… İşte atalarımızın yaptıklarını on yıllar sonra farklı durumlarda yine aynı mucit kafayla yapanlar. İşte bizi biz yapan farklılıklar… Kurtuluş Savaşı’ndaki şoför Ahmet’le, Otomarsan’ın gözleri görmeyen kalite kontrol ustası ve bir otobüs muavinin çalışmayan sileceğe karşı bulduğu çözüm…
Sayın Karaali, kitabın girişinde yazdığınız, “Atatürk… Kurtuluş Savaşı/ Yoktan var etme… Var olma savaşı” cümlelerinize ve konumuz olan otomotiv sektörüne “Cuk” oturdu şairin şiiriyle, sizden yaptığım alıntı diye düşünüyorum. Köşene müdahalem için umarım kızmazsın… Ufuk Saka
ULAŞTIRMA DÜNYASI
19 Mart 2012 , Sayı: 561